Friday, February 4, 2011

Come on, Put Your Hands Into the Fire!



Come on, come on
Put your hands into the fire
Explain, explain
As I turn I meet the power
This time, this time
Turning white and senses dire
Pull up, pull up
From one extreme to another

From the summer to the spring
From the mountain to the air
From Samaritan to sin
And its waiting on the air

Come on, come on
Put your hands into the fire
Explain, explain
As I turn I meet the power
This time, this time
Turning white and senses dire
Pull up, pull up
From one extreme to another

From the summer to the spring
From the mountain to the air
From Samaritan to sin
And its waiting on the air

Now I'm low I'm looking out, I'm looking in
Way down, the lights are dimmer
Now I'm low I'm looking out, I'm looking in
Way down, the lights are dimmer

Ooooh

Come on, come on
Put your hands into the fire
Come on, come on

Wednesday, January 26, 2011

Bugün Kanadalı öğrencilerimle ilk dersim vardı. Aslında bu gece demek daha doğru olur. Saat 8:45 de başlayıp 9:35 de öğrencilerden birinin "over" deyişiyle fark ettim, dersin bittiğini. İslam’ın 7.yy da Arap yarımadasında nasıl bir toplumsal atmosferden doğup filizlendiğini ve beraberinde sözleşme temelli bir toplumsal yapı meydana getirdiğini konuştuk. Keyifliydi, öğrendiklerimi öğrencilerle paylaşmak, okudukları birincil elden kaynakların, ki bunların en önemlisi Kuran'dan bazı surelerini Ortadoğu’yu hiç yaşamamış belki bir iki Amerikan filminde görmüş yâda Irak savaşıyla ilgili haberlerde duydukları coğrafyadan gelen biri eşliğinde oraları, geldiğim coğrafyayı konuşmak, anlatmak, sormak heyecan vericiydi benim için. Sınıfın ışıklarını kapatıp kapıyı çektiğimde kalbim coşku içindeydi.

Ne oldu bilmiyorum, dışarıda dize değin gelen kar ve hafif esen rüzgâr’ın esintisi güçlüydü aslında. Beni daha da coşturmasını bekliyordum içten içe. Ama yok değil, evdeyim, iki buz parçasının olduğu kadehe Baileys ve masaya üç küçük mum konuldu. Koyu kahverengi perdeler kenera çekildi. Karşı bahçedeki salkım söğüdün koca gövdesinin karlarla bezeli olan kısmı gece karanlığına rağmen seçilebiliyor. Hemen sağda ki binanın çatısında epeyce birikmiş olan kar sanki ansızın akacak gibi duruyor. Bahçenin bitiminde başlayan yoldan geçen araba seslerini engelleyen iki bölmeli penceremin beyaz rengi mum ışığının kızıllığıyla uçuşan kenarlı turuncu etek giymek isteyen yirmilik kadın gibi, şen ve şakrak.

Böyle zamanlarda hep olduğu gibi Ahmet Kaya çalıyor. Bizi hasret saracak bulutlar çıldıracak... Bugün itibariyle 5 ay 16 gün oldu İstanbul'un havasını solumuyorum. Hiç bu kadar uzun sürmemişti İstanbul’la hasretliğimiz. Fotoğraflar ve şarkılar yetmiyor bana, gidermiyor hasretliğimi. Uzun çok uzun günler var kendimi boğazın esen rüzgârına, dalgaların sesine bırakmaya, Üsküdar’dan Kabataş'a geçmeye çok var daha.Hayaller getirmez mi beni İstanbul’a, sizlere, dostlara, annemin kahvaltı sofrasına...

Biliyorum değişecek bir şeyler kavuştuğumda 2011'in İstanbul’una. Bir şeylerin ötesinde, güzel fırtınaların coşkusu saracak benliğimi. İstanbul bana hayatımın hediyesini verecek... O hediyeyi aldığımda sizler de yanımda olun.

Kingston, Kanada, 23:44